İSTANBUL (AA) – HİLAL UŞTUK – Türkiye'de çocuk edebiyatının duayen isimlerinden, gazeteci yazar Yalvaç Ural, "Çocuk edebiyatı, bir kuyumcunun, bir yüzüğün üzerine minik inciler kakması gibidir. Taş kakmacılığıdır çocuk edebiyatı. Her milimetreyi, her inceliği bulup, ona göre, o taş düşmeyecek şekilde yerleştirmen ve bütün güzelliğiyle ona sunman gerekir. O da okurken hiçbir şeye takılmadan, su gibi okuyup, bitirip içselleştirmelidir." dedi.
Kariyeri boyunca aralarında Miço'nun da olduğu çok sayıda dergiyi minik okurlarla buluşturan, İngilizceye çevrilen "Gölcüğü Küçük Avcılar" öyküsü 1996'da Oxford University Press tarafından ortaöğretim çocukları için hazırlanan "Dört Türk Öykücüsü" kitabına giren, mini kitap olarak basılan "Sihirli Pabuçlar" eseri Hollanda televizyonunda 27 bölümlük animasyon çizgi film olarak yayınlanan, eserleri "Çingenece" dahil çok sayıda dile çevrilen 76 yaşındaki yazar, çocuk edebiyatını, çocuk edebiyatıyla geçen yaşam serüvenini ve "Gülendam Nenem, Rumi, Annem ve Ben" adlı yeni kitabını AA muhabirine anlattı.
Ural, edebiyat dergilerine yetişkin şiirleri yazarak mesleğe başladığını söyleyerek, "1978'de dünyada UNESCO tarafından 'Çocuk Yılı' ilan edildi. Bütün dünyada çocuklarla ilgili çalışmaların az yapıldığı, bizde de çocuklar için sayısal olarak neredeyse yok denecek kadar az yazar kadrosu olduğu zamandı. O zaman bütün büyük yazarlar, Aziz Nesin, Yaşar Kemal, Orhan Kemal, Nazım (Hikmet Ran), o kadar çok ki, saymakla bitmez, İbrahim Örs, Mümtaz Zeki Taşkın, Tarık Dursun K., Kemalettin Tuğcu ve hatta bazı büyük yazarların çocuklar için yazdığı öyküler vardı. Bu edebiyat yürüdü." diye konuştu.
Eskiden "folklör derlemecileri" olduğunu dile getiren usta yazar, şunları kaydetti:
"Mesela Hans Christian Andersen de bana göre bir derlemeciydi. Hatta İstanbul'a kadar gelip, küçük bir çocuğun elinde küçük bir testi, sapında da bir kuş görür. Aklında hemen bir masal beliriverir. Bu çocuğa Türkçe bilip de masalı anlatamadığı için çok üzüldüğünü yazar anılarında. Yani buralara gelmiş, masal toplamıştır batılılar. Batı çocuk edebiyatında, doğudan alınmış inanılmaz masallar vardır. Hatta bir Fransız oyun yazarının, Mevlana'dan aldığı ama Binbir Gece Masalları'ndan seçtim dediği, ne Mevlana'nın adını yazdığı ne de kaynağını gösterdiği bir tiyatro oyunu bir de öykü kitabı vardır. Doğu, batıyı çok beslemiştir."
– "Çocuk edebiyatına olan yakınlığımı geliştiren bir anneanneye sahibim"
Yalvaç Ural, anneannesi Gülendam'ın yaşamındaki etkisine de değinerek, "Çocuk edebiyatına olan yakınlığımı geliştiren, bu konuda beni besleyen, bana kendi kültürümüzle ilgili inanılmaz tekerlemeler, bilmeceler, bulmacalar, masallar, destanlar hatta fabl diyebileceğimiz hayvan masalları ve fıkralar anlatan, benimle beraber pek çok kuşağı besleyen bir anneanneye sahibim ben." ifadelerini kullandı.
Annesinin 1920 doğumlu ve cumhuriyetin ilk öğretmenlerinden biri olduğunu söyleyen yazar Ural, şu bilgileri verdi:
"Çapa Öğretmen Okulu mezunu. Babamla ikisi bizi kitaplarla besledi. İkisi de memurdu, biri öğretmen biri ofis müdürü. Bütün hayatımız bir yerden bir yere tayin olarak geçti. Benim bildiğim Tokat Artova, Bedirli'den başladı. Karı koca Sarıkamış'a gider, oradan Konya Ereğlisi'ne, Karapınar'a, Uzun Köprü'ye, oradan da İstanbul'a gelmiş. Sonunda İstanbul'a gelişimiz, benim Kabataş Lisesi'ne ilk sene yatılı olarak girmemle başladı. Sonra annemle babam geldi. Kars'tan Edirne'ye uzanan bir yolculuk. Bu yolculukta tabii siz anneannenizle doyduğunuz gibi, ayrı lehçeler, kültürler, söyleyiş biçimleri, atasözleri, deyişler, masallar, efsaneler ve ayrı öykülerle besleniyorsunuz. Sözcük dağarcığınız inanılmaz doluyor. Dolunca da siz bu zenginlikle dilinize sarılıyorsunuz.
Karapınar'da okurken, iki öğretmen çocuğu ve iki de kasabanın ileri gelenlerinin çocuklarından oluşan dörtlü bir arkadaş grubu vardı. Mehmet, Peker, Hikmet ve Yalvaç. Bir de arada Hüseyin diye bir arkadaşımız vardı. Biz sınıfın az kitap okuyanlarındandık, öğretmen çocukları olmamıza rağmen. 1953, Konya Karapınar… Çok ilginç bir yerdir orası, Acıgöl'ü ile meşhur. Efsane Meke Gölü, şimdi hepsi kurudu. Karapınar'ın deresi vardır. Hatta ben o derede geçen bir öykü yazmıştım. O öykü, Oxford Üniversitesinin ilk ve ortaokullar için hazırladığı kitapta yer aldı. Sait Faik (Abasıyanık) ile ikimiz yer aldık."
Tarık Dursun K., Aziz Nesin, Yaşar Kemal ve Ülkü Tamer gibi Türk edebiyatının önemli isimlerinin kendisini çocuk edebiyatına yönelttiğini söyleyen Ural, "Bir öykü kitabım Kültür ve Turizm Bakanlığınca basıldı. Ben onu, bir yazarın çocukluk dönemini anlatan öyküler kitabı olarak göndermiştim. Bir yazar, ben bunu çocuk edebiyatı içinde basacağım dedi ve öylece basıldı o kitap. Sonra iki parmağını kaybeden bir müzisyen çocuğun hikayesini yazdığım, Uzun Köprü'den okul arkadaşımızın öyküsü, 1979'da uluslararası yarışmada şiir birincilik ödülü aldı. Şiir öyküydü o. Sonra Makedonca, Arnavutça, Sırpça ve Hırvatçaya çevrildi, oralarda yayınlandı." bilgisini paylaştı.
Ural, son dönemde Türkiye'ye özgü yeni bir çocuk edebiyatı ortaya çıktığına işaret ederek, "Bu, ithal kitaplarla modaya döndü. Her önüne gelenin hiçbir yazarı tanımadığı halde çocuk kitapları yazmaya eğilim gösterdiği bir kaosa döndü ortam. Dile bakılmadan, çocukların yaş gruplarına göre seçimler yapılmadan, bir sele döndü ve aldı başını gitti." dedi.
– "Batılı o kadar cahil ki, bu topraklardaki kültürü Yunanlılara bağlamış"
Anadolu'nun her karışında etkili olan farklı medeniyetlerin edebiyatı beslediğinin altını çizen Ural, Anadolu topraklarında Persler, Troyalılar, Luviler, Galyalılar, Türkler, Kürtler, Frigler ve Hititler gibi birçok farklı kültürle ve halkla karşılaşıldığını söyledi.
Yalvaç Ural, Afyonkarahisar'daki Emirdağ'ın Friglerin başkenti Amorium olduğuna vurgu yaparak, şöyle devam etti:
"Biraz ileri gidince dünyaya öyküleri, efsaneleri yayılmış, herkesin bildiği Midas. Ankara'ya yakın bir yerde höyüğü var ve mezarı bulundu. Orada bir müzemiz var. 'Uzun kulaklı Midas, eşek kulaklı Midas' diye öyküleri dünyanın her yerinde yaygınlaşmış. Batılı o kadar cahil ki, bu topraklardaki kültürü Yunanlılara bağlamış, Yunan kültürü olarak bunlar dünyaya tanıtılmış. Oysa ne Hititler Yunanlıdır, ne Frigyalılar. Hatta alfa, beta dediğimiz, a, b, c gibi harf dizilimini ilk kullananlar Friglerdir. Friglerin bu dille yazılı metin üretmesinden 400 yıl sonra Yunanlıların bu dili öğrendikleri ve alfa, betaya sahip oldukları söyleniyor."
Tarihin iki önemli yazarı Heredot ile Homeros'un Anadolu topraklarından çıktığına da dikkati çeken Ural, "Biri Bodrumlu, biri İzmirlidir yani bu toprakların insanları ama o zamanlar pasaport olmadığı için insanlar kuşlar gibi, pasaportsuz her tarafa gidip gelebiliyordu. O kültürlere, şurada Amorium'daki kültüre sahip çıkmadığımız için, bu toprakların masalları yıllarca bütün dünyaya, Ezop masalları, Yunan masalları olarak anlatılmış. 1870'lerde ya bir Danimarkalı ya da Finli bir yazar, hazırladığı bir Ezop kitabının başına şöyle yazmış: 'Frigyalı Ezop'un masallarıdır.' Yani o masallar, dünyada çocukların en sevdiği halk masalları, şuradaki topraklarda yaşamış insanlardan çıkmıştır. Burası böyle. Karatepe'ye gidiyorsun, başka bir kültür. Bodrum tarafları, Homeros ve İlyada destanı, Troya efsanesi. Yunanistan, Troya efsanesini de kendisine mal etmiş." dedi.
Ural, Fatih Sultan Mehmed'in Yunanlıları yendiği zaman, "Hektor'un intikamını aldım" dediğini sözlerine ekleyerek, şunları dile getirdi:
"Atatürk, Yunanlıları İzmir’den kovduğu zaman haritayı çadıra getirip göstermişler. 'Buralardan çekildiler efendim.' dediklerinde, Sabahattin Eyüboğlu’nun açıkladığı bir şeydir bu, Atatürk, 'Nihayet Hektor'un intikamını aldık.' diyor. Yani o da kültürümüzden sayıyor. Fatih gibi değerli bir padişah ki hiç biriyle kıyaslanamaz. Hiçbiri, Fatih'in yarısı olamaz benim için. Çok değerli olanlar var ama Fatih bir başka. 6-7 dil bilen bir adam, Fatih, Troya’ya gidiyor, 'Buranın halkı nasıl yenildi? Bu topraklar benimdi ve halkım nasıl yenildi?' diyor ve araştırıyor. 'Deniz ne kadar çekilmiş?' diyor. Kritovulos diye bir tarihçisi var yanında gezdirdiği, onun tarihini yazan insan. İlyada ve Odysseia ya Latincedir ya da eski Yunancadır. Fatih'in analığı Yunanlıydı ve Fatih Yunanca biliyordu. İlyada ve Odysseia'yı buldurup okuyor el yazmasını. Sonra kendi kütüphanesine koyuyor. Midilli'yi aldığı zaman çok iyi bir hattata yeniden yazdırıyor ve onu da alıp kütüphanesine koyuyor. Ekrem Akurgal hoca, '1461'de Fatih’in kütüphanesine koydurduğu kitapları 1912'ye kadar hiçbir padişah okumadı ve 1912'de de bunu yine Rum asıllı bir İzmir milletvekilimiz Türkçeye çevirdi ve biz böyle okuduk.' diyor. Böyle değerli, bilgili, akıllı, aydın insanlar… 1453'ten bu yana neredeyse 600 sene geçti, bu kadar yılda okumamış, ilgilenmemiş ve bu kültürü anlamamış olmamız o kadar ayıp ki."
– "Mesnevi'yi uzun yıllar okudum ve yapılmışın dışında bir şey çıkardım çocuklara"
Türk edebiyatında Mevlana’nın önemine de vurgulayan Ural, "Mevlana'nın türbesi var Konya'da. Onun öldüğü gün Şeb-i Arus olarak kutlanılır. Mesnevisi, din kitabı, şiirleri falan var ama bu iş böyle değil. Mevlana, doğu bilimcilerinin, 'dünyanın en büyük şairlerinden biri' dediği, çok önemli bir şair. Mevlana’nın, yanlış söylemek istemiyorum, Mesnevi'sini bırak, zaten 800 sayfadan fazladır, sadece rubailerinin ve gazellerinin yer aldığı kitaplarının içinde 45 binin üstünde mısra var. Ayrıca 'Fihi Ma Fih', 'Mektubat', 'Divan-ı Kebir' ve 'Mesnevi' ile bir kitabı daha var. Bunlar için 10 yılını harcamıştır.
Bu kültürler bizim diyorum ya, şurada Bergama'da bir yer var. 200 bin esere yakın bir kütüphanesi ve hastanesi olan bir yerde, burada, Mevlana’nın Galenos, dünyanın Galen dediği bir doktor yaşamıştır, Lokman Hekim… İnsan anatomisini ezbere bilen, çok iyi çözümlemiş ve bugün hala dünya tıbbına örnek gösterilen, 350'ye yakın doğal ilacı bulmuş çok önemli bir adam. Hatta o ölmeden önce oradaki hastanenin kapısında, 'Buraya ölüm giremez' yazarmış. Yılanlar besliyor, onlarla İskenderiye'ye gidiyor, hekimlik dersi alıyor, dünyanın gelmiş geçmiş en önemli insanı. Hatta Roma imparatoru ona doktorların imparatoru madalyasını sunuyor. Mevlana, Mesnevi'nin içinde diyor ki 'Tanrı bizi Galenos ve Platon gibi insanlardan eksik bırakmasın.' Yunus Emre gibi bir şair, Galenos için şiirler yazıyor, kitaplarında geçiyor." diye konuştu.
Yalvaç Ural, Yapı Kredi Yayınları'ndan çıkan "Gülendam Nenem, Rumi, Annem ve Ben" adlı son kitabına da değinerek, şunları söyledi:
"Mesnevi'yi uzun yıllar okudum ve oradan bugüne gelen, yapılmışın dışında bir şey çıkardım çocuklara. Resimler ve belgeler var. Annem Mevlevi ana okuluna gitmiş, onların öğretileri var. Çağdaş insanlar, her şeyi yaşama uyarlayarak öğrenmiş ve geçmişine, kültürüne, her şeyine saygılılar. Ben de bunu özellikle gençler, hatta anneler, babalar, öğretmenler, çocuklarıyla birlikte okusun diye, bir çocuk yazarı olarak bunu bir görev bildim. Kendi ülkemin ve ülkemdeki halkların kültürlerini, kendi çocuklarımıza sunmanın, Batı'dan alınan ithal, uyduruk çocuk kitapları yerine, yani çok ünlü, başarılı eserler de var ama bu tip eserleri almanın, onları içselleştirmenin çok önemli olduğunu ve yabancılaşmadan onları birazcık da olsa uzak tutacağını öğrendim."
Ders kitapları içine Evliya Çelebi, Katip Çelebi, İbrahim Müteferrika ve El Cezeri gibi önemli isimlerin konulması gerektiğini sözlerine ekleyen Ural, "İranlı profesör Firuzan Fer diyor ki, 'Çok güzel rubaileri var Mevlana'nın ama hiçbir zaman Ömer Hayyam'ın yerini tutamaz'. Hasan Ali Yücel de, 'Katı, esnek olmayan bir bakışla dünyaya bakanlar için Mevlana'nın rubaileri, kusura bakmasınlar, Hayyam'dan biraz daha iyidir' diyor. Onun için çocuklarımız kendi kültürlerimizi öğrenmeli. Ezop'u da Heredot'u da Homeros'u da öğrenmeli, İbn Battuta'yı, İbn-i Sina'yı, Mevlana'yı da öğrenmeli. Büyüdükçe daha farklı eserleri de okuyabilmeli." ifadelerine yer verdi.
– "Çocukların belli yaş aralıklarında algıladıkları sözcükler vardır"
Çocuklara yönelik kitap yazmanın inceliklerine de değinen Ural, şunları söyledi:
"Çocuk kitabı yazanlar şunları bilmeli; 3-6, 6-8, 8-12 yaş grubu ya da başkalarına göre 3-6, 6-9, 9-12, 12-15 yaş grubuna göre sıralanır çocuk kitapları. Bu sıralamalar aslında şunun içindir; çocukların belli yaş aralıklarında algıladıkları sözcükler vardır. Bazı sözcükleri algılayamazlar. Özellikle masallar, soyuta geçişte çok önemli bir unsurdur ama soyut sözcükler çocuğun algısına giremez. Yani 'kavram' sözcüğünü algılayamayacak bir çocuğa kavramı anlatamazsın. Bir öyküde 'soyut' sözcüğünü geçirdiğinizde, soyut bir olayı, deyişi ya da anlatı biçimini çocuğa aktardığınızda, çocuk anlamadığı zaman masalı bırakır. Bilmediği bir sözcükle karşılaştığında, o sözcük oyunsal bir özellik ya da kişi adıyla bağdaşmıyorsa, çocuk o kitabı elinden bırakır. Çocukta sözcük seçimi çok önemlidir."
Yalvaç Ural, çocuk edebiyatıyla uğraşan kişilerin kendilerini düzeltmesi gerektiğinin altını çizerek, "Çocuk edebiyatı, bir kuyumcunun yüzüğün üzerine minik inciler kakması gibidir. Taş kakmacılığıdır çocuk edebiyatı. Her milimetreyi, her inceliği bulup, ona göre, o taş düşmeyecek şekilde yerleştirmen ve bütün güzelliğiyle ona sunman gerekir. O da okurken hiçbir şeye takılmadan, su gibi okuyup, bitirip, içselleştirmelidir. Yetişkin yazarlığı, bilezik yapmaya benzer. Çocuk edebiyatımızın ayaklarının yere basması için gerçekten bir çaba içine girip, kendi geçmişimizi, kültürümüzü, edebiyatımızı da bilip, pek çok şeyi bunun üzerine koymak gerekir. Günümüzde küçük bir hikaye yazan, hemen onu okul öncesi kitaba çeviriyor." şeklinde konuştu.
Bugüne kadar henüz basılmamış olanlarla birlikte 100 kitabı kaleme aldığını kaydeden Ural, bazı eserlerinin 26 dile çevrildiğini dile getirdi.