İSTANBUL (AA) – Romancı ve oyun yazarı Orhan Kemal'in küçük oğlu Işık Öğütçü, babasının 21 yılda 59 eser, 300'e yakın senaryo yazdığını belirtti.
TYB İstanbul Şubesi Başkanı Mahmut Bıyıklı'nın Instagram'da gerçekleştirdiği "Orhan Kemal Özel Programı'na konuk olan Öğütçü, babasının eserlerini genç okurlarla buluşturmak amacında olduğunu söyledi.
Öğütçü, "Gençlerin, üstadı keşfetmeleri, benim için çok büyük bir önem arz ediyor. Benim bütün çalışmam, onlar için. Bir de bizim hem babama hem topluma, bu güzel halka bir borcumuz var. Ben de borcumu bu şekilde ödüyorum. (Gençlerin) Kültür sanatla buluşmalarının, iyi yürekli insan olmalarının, edebiyatla olabileceğine inanan bir kişiyim." dedi.
Başarıya ulaşmanın kolay olmadığını dile getiren Öğütçü, "Çok çalışmak ve mücadele etmek lazım. Üstat da bunu beceriyordu. Öyküleri çeşitli dergilerde yayımlanmaya başladı. Eserleri yayınlandığı zaman çeşitli takma isimler kullandı. Babam hiçbir eserinde asıl adı olan Mehmet Raşit Öğütçü'yü kullanmadı. Takma isimleri imza olarak kullanmıştır." diye konuştu.
Usta edebiyatçının 1941'de yazdığı bir öykünün Yürüyüş isimli dergide yayınlandığını kaydeden Öğütçü, asıl adı Mehmet Raşit Öğütçü olan babasının "Orhan Kemal" ismini kullanmaya başlamasına ilişkin şu bilgileri verdi:
"Dergi hapishaneye ulaştığında babam büyük bir heyecanla dergiyi alıp bakıyor. Yazarlarda, eserleri bir dergide ya da gazetede çıktığı zaman çok büyük bir heyecan olur, 'Benim yazım çıktı mı?' diye. Ben de yapıyorum bunu. Babam yazdığı öyküyü görüyor fakat imza değişik. Bunun nedeni daha sonradan anlaşılıyor. Diyorlar ki, 'Dergide soruşturma var. Siz de hapishaneden yazıyorsunuz. Size herhangi bir suç yüklenmesin diye isimlerinizi değiştirdik.' Pek çok yazarın ismini değiştirmişler. Babama da Kemal nasip olmuş. Raşit’i atıp Kemal’i koymuşlar. Babam da 'Bu ismi yadırgadım ama kıyak bir isim. Eşin dostun haberi olsun, hep bu ad ile yazacağım.' diyor. Gerçekten 1941'den 1970’e kadar hep Orhan Kemal adıyla yazmaya devam etti."
– "Nazım Hikmet ile dostlukları ölene kadar sürdü"
Işık Öğütçü, şair Nazım Hikmet ile babasının hapishane anılarına da değinerek, "Çok tatlı anıları var. Zaman zaman küsüyorlar. 'Nazım Hikmet ile 3,5 Yıl' isimli eserde, bu dönem çok güzel anlatılır. Gün geliyor babamın cezası bitiyor. 26 Eylül 1943'te cezası bitip Adana’ya dönecek. Bundan birkaç gün önce babam Nazım Hikmet’e şiir yazıyor ve ilk şiirlerine 'berbat, kötü' diyen Nazım Hikmet, o şiiri okuduktan sonra oturup ağlıyor. Babam da buna tanıklık ediyor." ifadelerini kullandı.
İkilinin dostluklarının Nazım Hikmet'in vefatına kadar devam ettiğinin altını çizen Öğütçü, şu bilgileri verdi:
"Daha sonra mektuplaşmaya devam ediyorlar. Benim yazmış olduğum 'Eşe Dosta Mektuplar' isimli eserde Nazım Hikmet ile babamın arasında geçen mektupların hemen hepsi var. O mektuplaşmalardan birinde babam, Nazım Hikmet’e annemin hamile olduğunu söylüyor. Nazım Hikmet, Haziran 1944’te cevaben 'Eğer sözünüz yoksa, herhangi bir mani teşkil etmeyecekse, benim ismimi oğlunuza vermeniz beni çok bahtiyar eder.' diyor. Temmuz 1944’te ağabeyim doğuyor ve babam hiç tereddüt etmeden Nazım adını veriyor. Bilirsiniz eskiden ilk doğan erkek çocuğa babanın adı verilir. Dedem çok kızıyor belki bu işe ama ağabeyimden sonra doğan diğer ağabeyime dedemin adını veriyor. İkisinin arasındaki yazışmalar devam ediyor ve Nazım Hikmet, babamın çıkan iki kitabını da okuyor ve kritiğini yapıyor. Baba Evi ve Ekmek Kavgası öykülerine, Nazım Hikmet mektubunda çok kısa kısa, bir iki cümleyle öyle güzel eleştirisini yapıyor ki. Ben o mektubu, Nazım Hikmet ile 3,5 Yıl kitabının içine koydum. Gerçekten çok büyük anısı olan bir mektup bu. Babam bu eleştirilerden daima faydalanıyor."
Öğütçü, Nazım Hikmet Türkiye'ye döndüğünde, ailesinin de 1951’de Adana'dan İstanbul’a göç ettiğini aktararak, "Bu iki insanı, babam 10 Haziran 1951'de Nazım Hikmet’in evine misafirliğe gittiğinde görüyoruz. Pazar gününü beraber geçiriyorlar. 17 Haziran 1951'de Nazım Hikmet bir daha dönmemek üzeri gidiyor. İsmini taşıyan Nazım ağabeyim, babamın 3 Haziran 1963'te radyoda Nazım Hikmet’in öldüğünü duyunca, hüngür hüngür ağladığını anlatmıştı." dedi.
– 21 yılda 59 eser, 300'e yakın senaryo yazdı
Babasının yazdığı eserlere de değinen Öğütçü, "Baba Evi'" eserini 1949’da yazdığını kaydederek, şöyle konuştu:
"Benim çıkardığım kitapları da kattığınız zaman 21 yılda 59 eseri var. Bu istatistiklere girmeyen 300’e yakın da senaryosu var. Bununla ilgili çok enteresan bir anektod var. Babam kahvede arkadaşlarıyla oturup sohbet ederken film dünyasından bir arkadaşı geldiğinde babama diyor ki, 'Orhan ağabey hazırda sinema için bir hikayen var mı?' Babam da şöyle diyor; 'Oğlum kulağına söylersem 50 liranı, yazarsam 75 liranı alırım.' Babamın hayatında başka büyük bir para dilimi yok. İstiklal Caddesi’nde karşılaştığı Attila İlhan, babama der ki 'Ağabey nereye gidiyorsun?'. Babam da 'Yeşilçam’a gidiyorum. Bir iki alacağım var. Eğer alabilirsem alacağım. Parasızım.' der. Attila İlhan da 'Orhan ağabey sana çok kızıyorum. Piyasayı bozuyorsun. Filmciler beni çağırıp sipariş veriyor. Kaça yazarsın diyorlar. Ben 3 bin lira diyorum. Onlar da gülüyor. Senin ismin cismin belli değil. Anlı şanlı Orhan Kemal’e yazdırıyoruz. 500 lira veriyoruz. Para da vermiyoruz. Senet verip gönderiyoruz. Sen kim oluyorsun, diyorlar. O yüzden piyasayı bozuyorsun. Sen yaz, senin senaryolarını ben pazarlayacağım. Senden senaryo isteyen 5- 10 bin lirayı hazırlamak zorunda.' diyor. Babam da cebindeki 5 lirayı gösteriyor. 'Sabahleyin 10 liraydı. 5 lirasını hanım aldı.' Böyle bir tempoda yazan ve sanatını icra eden bir dev sanatçıdan söz ediyoruz."
Öğütçü, yaşadıkları ekonomik sorunlara da işaret ederek, "Parasızlık ve ekonomik güçlükler belki had safhada ama bir dik duruş, kalemini satmamak denen bir şey var. Kalemin namusunu korumak belki de bu güzel insana nasip oluyor. Çok enteresan teklifler gelmesine rağmen bunu hiçbir zaman kabul etmiyor." değerlendirmesinde bulundu.
– Sabah 04.00'ten 10.00'a kadar sürekli yazardı
Unkapanı’ndaki evlerine 1960'ta polis geldiğini ve babasının notlarıyla kitaplarını aldıklarını dile getiren Öğütçü, "O sırada 9 yaşındaydım. İki kere Sultanahmet’teki cezaevinde gidip gördüm. 35 gün sonra tutuksuz yargılanmak üzere serbest kaldı. 1969 yılı başında ise beraat etti. Hapishaneden mektup yazıyordu. O zamanlar bisiklet istiyordum. Yazdığı mektubun son paragrafında, 'Işıkcığım üzülmesin, çıkınca o bisikleti mutlaka alacağım.' diyor. Bisikleti üç yıl sonra alabildi. O zaman Basınköy’de oturuyoruz. Ben bisiklete biniyorum. Bir ara baktım babam otobüs durağına doğru gidiyor. Bir şeyler yazmış, Cağaloğlu’na götürecek. Yanında durup 'Baba şu bisiklete binsene.' dedim. Lacivert ceketi, gri pantolonu vardı. Babam atladı bisiklete gidiyor. Bir iki tur attıktan sonra yanıma geldi. Dosyasını aldı ve beni öptü. O sırada da otobüs geldi. Bana, 'Senin ne düşündüğünü tahmin edebiliyorum ama ben bu bisikletten düşmezdim. Çocukken bisiklete çok binerdim.' dedi. Böylece babamın enteresan bir yanını daha görmüş oldum." şeklinde görüşlerini aktardı.
Işık Öğütçü, babasıyla annesinin 5 Mayıs 1970'te Sofya’ya gittiklerini, 3 Haziran’da PTT binasına gelen bir telefon üzerine babasının ölüm haberini aldıklarını söyleyerek, 5 Haziran'da ülkeye getirilen cenazeyi 7 Haziran'da Zincirlikuyu’ya defnettiklerini aktardı.
Babasının arkasında çok sayıda eser bıraktığını vurgulayan Öğütçü, "Tiyatro oyunları, filmler var. Hatta yıllar evvel televizyonda film seyrediyordum. Jenerikte, senaryoda İlhan Fahri Demir adını gördüm. Bu isim babamın adlarından bir tanesi. Böyle değişik adlarla çok senaryolar yazmış. Kendi adını hiçbir zaman kullanmamış. Rekor şu an Safa Önal’dadır. Senaryo sayısı 400’ün üzerindedir. Babam da 300’e yakın senaryo yazdığını bir röportajında söylemiştir. Üstadın böyle kısa bir yaşam serüveni var. Biz de bu eserlerin telifleriyle okuduk, büyüdük, bir yerlere vardık." ifadelerine yer verdi.
Öğütçü, Orhan Kemal'in çalışma disiplinine ilişkin de bilgi vererek, "Babam sabah 04.00-05.00'te kalkardı. 10.00'a kadar sürekli yazardı. Biz bunu daktilosunun tıngırtısından duyardık. Kapandığı zaman süratle yazardı. Hatta bizim müzede 170 sayfalık Bal isimli kitabı pelür kağıda yazılmıştır. 1954 yılında bir röportaj sırasında babam 20 günde 370 sayfa yazdığı söylüyor. Oturduğunda konsantre olarak yazıyor. O aslında yazar olarak yazmıyor. O yazarken kahraman oluyor." diye konuştu.